/* Blog Hocam İletişim Sayfası */ .contact-form-widget { width: 500px; max-width: 100%; margin: 0 auto; padding: 10px; background: #E6E7E8; color: #000; border: 1px solid #656E75; box-shadow: 0 1px 4px rgba(0, 0, 0, 0.25); border-radius: 10px; } .contact-form-name, .contact-form-email, .contact-form-email-message { width: 100%; max-width: 100%; margin-bottom: 10px; } .contact-form-button-submit { border-color: #656E75; background: #E6E7E8; color: #000; width: 20%; max-width: 20%; margin-bottom: 10px; } .contact-form-button-submit:hover{ background: #679EC9; color: #ffffff; border: 1px solid #FAFAFA; } /* Blog Hocam İletişim Sayfası */

28 Mart 2016 Pazartesi

79 Mini Mini Kumkuat

Kumkuat

Kumkuatı market raflarında ilk gördüğümde, bu minnacık meyvelerin kabuğunu kim soymakla uğraşır ki, demiştim. Sonra sıklıkla gittiğimiz Botanik Bahçe 'de bir ağaca göre oldukça minik saksılar içinde, üstü mini minnacık meyvelerle dolu ağacını gördüm. İşte o gün, kendisiyle olan aşkımız başladı. O günden bu yana bu güzel meyvenin ağacının evimizi süsleyeceği günün hayalini kuruyorum. Balkonumuz ne kadar minik olsa da, kendisine çok yakın zamanda yer ayıracağım, kararlıyım!

Kumkuat Ağacı
Dünyada kabuğu ile yenebilen tek narenciye çeşidi, kumkuatmış. Ayrıca evde, balkonda yetiştirilebilecek nadir meyve ağaçlarından biri. Kumkuata kimi kamkat diyor, kimi kumkucuk, bilimsel ismi ise oldukça havalı: Fortunella Margarita. Kumkuat adı, ana vatanı olan Çin'den geliyormuş, anlamı ise "altın portakal".

Kumkuat
Tüm narenciye meyvelerinde olduğu gibi, kumkuat da C vitamini açısından oldukça değerli bir meyveymiş. Dolayısıyla bağışıklığınızı güçlendiriyor, gribal enfeksiyonlara karşı vücudumuzu koruyor. Ayrıca tansiyon ve kolesterol rahatsızlıkları olanlarda  da olumlu etkileri oluyormuş.

Kumkuat

Tatlı kaşığında kumkuat

Kumkuat, narenciye ailesi olması sebebiyle, rengi, dokusu, aynı minyatür bir portakalı andırıyor. Şekli ise biraz daha uzun, limona benziyor. Ama limon, portakal, mandalina gibi kabuğunu soymanıza hiç gerek yok. Büyüklüğü ortalama 1 tatlı kaşığı kadar var, yok. Olgun bir kumkuatın lezzeti ise enfes. Dış kabuğunda hafif ekşimsi tat alıyorsunuz ama içi şeker portakalı gibi. Meyvenin kendisi küçük ama mis gibi turunç kokusu var. Hatta yıkarken elleriniz bile kokuyor. Tek başına yemeyi çok seviyorum, ama çikolataya bandırdığımda da harika bir sunum oluyor. En son eşimin doğum gününde meyve buketi hazırlarken kullanmıştım kendisini, herkes de bayıla bayıla yemişti.

Meyve Buketinde Kumkuat
Kumkuatın reçeli de oldukça meşhur. Reçelini yaptığımda hiç fotoğrafını çekmemiştim ama yapılışı oldukça kolay. Acısı gitsin diye kaynamış suda 5-6 dakika kaynatıyorum. Soğutup ikinci kez kaynamış suda 5-6 dakika kaynatıyorum. Ardından 1 litre sıcak suya 750 gr toz çeker koyup hazırladığım şerbete kumkuatları atıyorum. Bir kaç damla limonu da ekleyip, reçel kıvamına gelene dek pişiriyorum. Bu reçel önce görsel olarak cezbediyor, sonra da lezzet olarak beğeni kazanıyor.

Kumkuat
KKTC'de neredeyse her evin bahçesinde bir narenciye ağacı bulunuyor. Yürüdüğünüz yollarda da üstü meyvelerle dolu portakal, limon, mandalina ağaçları. Hatta Pomelolar bile var, ağaç dalları meyvelerini zor taşıyor. Özellikle bahçesi olan evlerde de, bu güzel kumkuatları görebiliyorsunuz. Dalından mis gibi koparıp yemek müthiş zevk. Eğer benim gibi narenciye severseniz, değişik tatları keşfetmeye meraklı iseniz, kesinlikle tavsiye ederim.





24 Mart 2016 Perşembe

26 Suudi Arabistan Bölüm 2 : Mekke

Kabe

Suudi Arabistan'da 3 gece Medine, 8 gece Mekke olarak kaldık. Medine nasıl bir şehir, nelerle karşılaştık Suudi Arabistan Bölüm 1 : Medine yazımda okuyabilirsiniz. Mekke ile Medine arası kara yoluyla yaklaşık 5-6 saat sürüyor. Medine'den Mekke'ye gelirken eğer umre yapacaksanız, Mikat sınırı denilen mescitlerde niyetlenip ihrama giriyorsunuz.

Saat : 19.00 civarında Mekke'ye, kalacağımız otele vardık. Tur şirketi, otobüsten valizleri otel görevlilerinin alacağını söyleyerek bizim, yemeklerimizi yeyip, katlara çıkan valizleri alıp, lobide beklememizi istedi. Yemekten sonra odaların bulunduğu kata çıktığımızda, eşimin valizi hariç tüm valizlerimiz oradaydı. Hemen görevlilere konuyu ilettik, bir karışıklık olmuştur buluruz dediler, biz de Kabe'ye gitmek üzere otobüslere bindik.


Zemzem Tower
   

9 Mart 2016 Çarşamba

65 Mim : Kişisel Blog Yazarları Ne Düşünüyor?



Benim yapmakta oldukça geciktiğim bir mim. Geç olsun, güç olmasın diyerek, beni mimleyen tüm değerli blogçulara buruk bir selam göndererek başlamak istiyorum. Buruk diyorum çünkü; bu mimin yaratıcısı  1 Delinin Günlükleri idi. Fakat geçen hafta bloğunu sonlandıracağına dair son yazısını yazdı, bir kaç gün yazı blogda olunca, belki bir ihtimal kararından vazgeçmiştir diye düşünürken, maalesef ki komple kaldırıldığını gördüm. Kararına oldukça üzüldüm ama kendi o şekilde uygun görmüş. Umarım her şey gönlünce olur. Buradan, eğer okursa diye kendisine selam ve sevgilerimi gönderiyorum.

Ayrıca beni mimleyen sevgili Kore Fenomeni'ne, sevgili Adam Mutlu'ya, sevgili Nilgün Özen Aydın'a, sevgili Tigris Driver'a ve sevgili Dikiş Sevdası'na çok çok teşekkür ediyorum. Sayfalarını ve onlarında cevaplarını bulabileceğiniz mimlerini, tekrardan ziyaret edersiniz değil mi?

1. Yakın çevrenizdeki insanlara blogunuzdan söz ediyor musunuz?

Bloğumun olduğunu ailemden ve arkadaşlarımdan sadece birkaç kişi biliyor. Eşim mecburen biliyor, çünkü saatlerce internette yazılar yazmamın, inciğin, cinciğin, evde pişen poğaçanın, böreğin fotoğrafını çekmemin bir açıklaması olmalı :) Bazen gittiğim bir yerin özelliklerini ya da pişirip ikram ettiğim bir yemeğin tarifini sorduklarında, ben olduğumu söylemeden bloğumun linkini veriyorum. Bakın burada ne güzel anlatmış, buradan okuyun diye :) Çok zevkli oluyor farkında olmadan beğenmeleri ya da eleştirmeleri.


2. Neden blog yazıyorsunuz?

Uzun zaman blog dünyasını takip ettim. Beğendiğim ürünlerde, gezmek istediğim yerlerde, okumak istediğim kitaplarda ya da izlemek istediğim filmlerde vb. bilgi edinmek için, ünlü haber sitelerine, sayfalara değil, samimiyetine ve görüşlerine daha fazla güvendiğim blog sayfalarına bakıyordum. Sonra neden ben de yazmıyorum, hem kendim için, hem okuyucular için paylaşmıyorum düşüncesiyle bloğumu açtım. Bloğum hem benim gezdiğim, gördüğüm, tattığım, yaptığım, keşfettiğim herşeyi yazdığım bir not defterim oldu, hem de bunları paylaştığım bir sosyal ağ oldu.




3. İlk yazınız ile son yazınız arasında nasıl bir fark var?

İlk yazılarımı sanki facebookta ya da instagramda paylaşım yapıyormuş gibi hazırlamışım :) Zamanla yazmak istediğim tarz biraz daha oturdu. Ama yine de eskileri silmek istemedim, bin bir heyecanla yazılan, acaba kimse okumuş mu diye defalarca kontrol edilen ilk yazıların bende yeri başka. Kim bilir, yıllar sonra buralarda olabilirsem, belki bu yazdıklarım da, o zaman amatör gelecek. 

4. Blog yazmak normal yaşantınıza ne kattı?

Blog yazmak, hayatınıza bir sorumluluk ekliyor. Sizin yazılarınızı takip eden, sizi merak eden kişilere karşı bir sorumluluğunuz var artık. Onlara değer verdiğinizi gösterebilmeniz için, mümkün olduğunca kaliteli ve düzenli yayın paylaşma gereği duyuyorsunuz, yapılan yorumlara en kısa sürede cevap vermeyi bir borç biliyorsunuz. Değer verdiğiniz ve takip ettiğiniz blogların yayınlarını ise, geçmişe dönük muhakkak okuma isteği duyuyorsunuz. 

Apartmanınızdaki uzun zamandır karşılaşmadığınız bir komşuyu merak eder gibi merak ediyorum her birini. Bazen, özlediğim, uzun zamandır sesi çıkmayan, yayın paylaşmayan arkadaşlarıma seslenmem de bu yüzden. 

Gezdiğim yerlere de, karşılaştığım değişik şeylere de ayrı bir özen gösteriyorum artık, çünkü onların her biri, aynı zamanda bloğumun yayınına birer kaynaklar.

Blogger dünyası, insanların birbirini hiç görmeden de sevebileceğini gösteren bir dünya oldu benim için. Hiç tanımadığınız birinin mutluluğu ile mutlu olurken, üzüntüsü ile üzülebiliyoruz. Adı sanal, kendi gerçek bir dünya...




5.Yakın arkadaşlarınıza blog yazmalarını önerir misiniz?

Para kazanacağını düşünerek, hediyelere ve deneme ürünlerine özenerek yapacaksa, önermiyorum. Blog yazmaya başlamak kolay, sürdürebilmek zor olanı. Ama günümüzün teknoloji dünyasında, başkalarına yapacağınız paylaşım için değil de, sadece kendiniz için dahi olsa, bir sayfanızın olması, orada hatıranızı bırakmış olmanız çok güzel bir şey. Hayatındaki bir parçayı, vakit ayırıp da kelimelere dökebilen için ne mutlu...


6.Hangi kaynaklardan ilham alıyorsunuz?

Yaşadığım şehir, gezdiğim yerler, okuduklarım, konuştuklarım, yediklerim, sevdiklerim, sevmediklerim. Hepsi öğretici bir kaynak benim için. Küçük bir not defterim var ve gün içinde aklıma gelenleri ona not alıyorum. Sonrasında da bloğumda, notlarımla ilgili yayınlar hazırlamaya çalışıyorum. Blog yazmaya başladığımdan beri fotoğraf makinemin ve telefonumun hafızası hep sınırlarda, ne kıyabiliyorum silmeye ne de kolay kolay aktarabiliyorum belleğe :)


7.Diğer blog sahipleri ile iyi iletişim kuruyor musunuz?

Blog dünyasında da kocaman bir ailem var artık diyorum, çok sevdiklerim öyle çok ki... Ben de sevgimi mümkün olduğunca onları ziyaret ederek ve yorumlarımda belirterek göstermeye çalışıyorum. Sahi bilmem, gösterebiliyor muyum? Hem bloggerları en iyi yine blog yazarları anlar. Destek görmek için, destek vermek, iletişim kurmak gerekir. 

8.Şikayetçi olduğunuz konular var mı?

Herkesin bloğu aynı zamanda onun evi. Bin bir emekle, kendi zevklerinde tasarlanan blog ve kendi ilgi alanlarında ya da duygularında hazırlanan yazılara, öncelikle hepimizin saygılı olmasının gerektiğini düşünüyorum. Zevkler farklıdır, görüşler aynı olmayabilir elbette. Ama nezaket dışı müdahaleler, yorumlar, hiç hoş karşılamadığım durumlar oldu her zaman. Kendi bloğumda da olsa, başkasının bloğunda da. Bir de emek hırsızlığı var elbette. Söz konusu ne olursa olsun, var olan bir emeği, kendi emeğiniz gibi göstermenin hırsızlıktan farkı olmadığını düşünüyorum. Ve kendimize yapılmasından hoşlanmayacağımız hiçbir şeyi, başkasına da yapmamalıyız.



Geri dönüp okuduğumda ne kadar ciddi cevaplar vermişim dedim :) Bu mimi belkide son cevaplayan olduğum için, hala yapmamış olan herkesi mimledim

Sevgiler.


7 Mart 2016 Pazartesi

46 Haftanın Bloğu : Löplöpçüler



2007'den bu yana gezdikleri duraklardaki yöresel lezzetleri bizlerle paylaşan harika bir blog var : Löplöpçüler. Özenç ve Semih Diken çifti, iki kişi başladıkları gezilerine, çocuklarının eklenmesiyle dört kişi devam ediyorlar. Felsefeleri, konaklamaya ve ulaşıma en az maliyeti ayırarak, daha fazla ülke gezmek, en ücra köşelerde dahi olsa, en iyi yöresel lezzetleri keşfetmek. Şu ana kadar 4 kıta ve 52 ülkeyi gezmişler. Her gezdikleri şehir/ülke ile ilgili en güzel lezzetleri nerede ve ne kadara yiyebileceğinize dair ipuçları verirken, ülke hakkında da bilgiler paylaşıyorlar. Sadece yurt dışında değil, güzel ülkemizin, güzel şehirlerindeki en has lezzetleri de, en iyi nerelerde yiyebileceğinizi onlar sayesinde keşfedebilirsiniz.

Löplöpçüleri uzun zamandır zevkle takip ediyorum. Yorumlarına, damak zevklerine güveniyorum. Öyle ki, gittiğimiz bir kaç şehirde, Löplöpçüler'in tavsiye ettikleri noktalarda yemekler yedik ve gerçekten de memnun kaldık.

Son bir uyarı;

Dikkat: Önceden uyarıyorum, blogdaki resimler, yazılar, iştahınızı hayli açabilir, ağzınızın suyunu akıtabilir. Misal;  http://www.loplopculer.com/2011/10/karadeniz-2011-trabzon.html .

Bu nedenledir ki, sevgili hamiş arkadaşlarım, sayfaları gezerken dikkatli olunuz ;)

                               http://www.loplopculer.com/




1 Mart 2016 Salı

54 Molehiya


Kurutulmuş Molehiya

Molehiya, Kuzey Kıbrıs'a gelmeden önce yemediğim hatta tanımadığım bir ottu. Buradaki marketlerde ilk gördüğümde, kurutulmuş ıspanak mı yoksa nane mi diye sormuştum. Kıbrıs'ın köylerinde molehiyalar bin bir emek ile ekiliyor. Biçildikten sonra rutubetsiz odalarda, çarşaflar üzerinde kurutuluyor. Eskiden bu bir rituel gibi yapılırmış. Kim evinin bahçesine ya da avlusuna, bağ bağ molehiyalar ile oturursa, konu komşular hemen yardıma gelirmiş. Bir yandan sohbetler edilir, bir yandan da saatlerce sürecek ayıklama işi, hızla bitirilirmiş. 


Molehiya Yemeği